TİRYAKİ HASAN PAŞA KANİJE SAVUNMASI

Sevimli Tiryaki
HASAN PAŞA
Paşa baba yüzünden tebessümünü eksik etmez, sükûnetini asla bozmaz, öyle ki gülleler duvarları çatırdatırken cezvesini mangala sürecek kadar...
Kanije'de takviye ve gönüllülerle birlikte eli silah tutan 9 bin kişi vardır ki bunların sadece üç bini atlıdır. Arşidük Ferdinand'ın emrinde ise 60 bin profesyonel asker bulunur, muhasara ile birlikte sayılan 80 bini aşar. Rengârenk bayraklarla boy gösterir, deniz gibi dalgalanırlar. Hedefleri Budin ve Zigetvardır, bu küçük kaleyi ciddiye almazlar. Kuvvetler kıyas edilemez, direnmek ne akla, ne de mantığa sığar.
Hoş, Tiryaki Hasan Paşa da durumun parlak olmadığını bilir ama sükûnetini bozmaz, "güya" elinden kaçırdığı esirlerle düşmana yalan yanlış haberler yollar. Haçlılar kalenin yıllarca dayanacak kadar zahire ve baruta sahip olduğunu sanırlar.
Macar komutanlarından Zrini, Tiryaki Hasan Paşayı iyi tanır, "bu ihtiyar kurt size kale male vermez beyhude uğraşmayın" der keyiflerine limon sıkar. Haçlılar onu 'Türk dostu olmakla" itham eder, azarlayıp sustururlar.
Hasan Paşa'nın elinde küçük ve eski de olsa 100 top vardır, lakin günlerce tüfenk ile dayanır, toplan titizlikle saklar. Ne zaman ki düşman surlara sokulur, yüzü birden ateşe başlar. Sadece o gün 18 bin haçlı ölür, iri kıyım silahşörler kıymık kıymık ufalanırlar. Ferdinand felaket korkar, canını kurtardığına bakar.
Dişe diş
Sabır, sabır, sabır... İyi de nereye kadar? Paşa, Karapençe adlı becerikli mücahitle Belgrad'a haber yollar. Zira küffar muazzam mahfeller kazmıştır, anlaşılan o ki kaleyi almakta kararlıdırlar.
Bu arada cengi cidal sürer, zaman zaman metrisleri basar, şövalyelerin kellelerini yuvarlar, içlerine korku salar.
Düşman da boş durmaz, saz ve kütüklerden mamul muazzam bir köprü kurar, iki tane tekne çakıp üstünü gönle kaplarlar. O gece iki Türk genci köprüye varır1fr, neft kovalarını boca eder, çakmak taşlarını tokuştururlar. Köprü ve gemiler alev alev yanar. Lakin haçlılar pes etmez, daha büyüklerini yapmak için kol sıvarlar.
Paşa baba, seccadesini gözyaşıyla ıslatır sabahlara kadar Cenab-ı Hakka yalvarır, seçtiği ve sevdiği kullarının hatırına nusret-i ilahi arzular.
Gelgelelim askerin yanında her şey kontrolü altında imiş gibi davranır, yüzünden tebessüm eksik olmaz. Sakindir, rahattır öyle ki gülleler duvarla-n çatırdatırken cezvesini mangala sürecek kadar.
Serdar-ı Ekrem’in Karapençe ile yolladığı cevabi mektuba bakılırsa takviye beklemeseler iyi yaparlar. Ancak Tiryaki Hasan Paşa askere kendi kaleme aldığı mektubu okur, "tamam, ordu yoldaymış" der, "birkaç güne kalmaz burada olurlar!"
O gün iki esir tutturur sözde bunların ölüme mahkûm eder. Gece Macar asıllı bir Müslüman onları kurtarır, salarken "kalede 30 bin kişiyiz" diye fısıldar, "barut zahire istemediğin kadar, bence kışı bekleyip buz üzerinden gelin, bunlar burada yıllarca dayanırlar."
Haçlılar Kanije'den caymak üzeredirler ki Yemişçi Hasan Paşa'ya bağlı birliklerin yenildiğini duyarlar. Prens Mathios zafer kazanmış imparator edası ile çıkagelir, biz istoni Belgrad gibi namlı bir şehri aldık, siz şuncacık kale ile oyalanıyorsunuz" der, damarlarına basar. Yetmez, "kaleye ilk çıkana 10 köy" vaat ederek Ferdinand'ın alanına dalar.
En acısı da yenilen Türk beylerinin kafalarına mızrağa geçirir, getirip zemine çakarlar.
Tiryaki Hasan Paşa "yalan" der, "bunlar Türk komutanı olamazlar. Hem olsa ne yazar? Bir kere düşman kaleyi kandil günü kuşatarak hata yaptı, artık burayı asla alamazlar. Ama içimizden bazıları şehit düşebilir ki bu fırsat kaçmaz!"
Sonra Çeribaşı Peçevili Behram'a "nice nişancısın görelim bakalım" deyip bir göz kırpar. Ünlü topçu zikrolunan mızrakları vurup paralar, kafaları suya yuvarlar. Ferdinand çileden çıkar, o dahi Mathios'un izinde gider Paşa'yı getirene 40 köy vaat etmeye başlar.
Yeniden gemiler yapar kaleye yaklaşırlar ancak paşa duvarları deldirir, balyemez toplarını saçma ile sıkılayıp beklemeye başlar. Toplar bir gürler, pir gürler suya kol bacak yağar. O gün öyle coşkulu bir müdafaa yaparlar ki düşman tutunamaz. Bazı burçlara çıkmışken sökülüp atılırlar. Kara Ahmet adlı topçu her ateşlemede yüz kâfir götürür. Akşama kadar 20 bine yakın haçlı kırarlar. Ki cesetler arasında Papa'nın kardeşi de yatar.
Haçlılar o saatten sonra sadece muhasarayı sürdürür, kaleyi günde 2 bin gülle ile dövüp mukavemetimizi kırmaya çalışırlar. Kanije'de sağlam bina kalmaz. Nevale azalır, barut tükenir, ancak Uzun Ahmed adlı becerikli bir yiğit odun kömürü, kükürt, söğüt yaprağından barut yapar.
Yine de durum vahimdir işte tam da o günlerde Handan ve Kenan adlı iki Macar köle kaçmasın mı? Gider olanı biteni anlatırlar. Paşa baba derhal Ser-dar-ı erkeme bir mektup yazar: "Geleceğinizi duydum çok sevindim, biz dahi kaleden çıkar onları araya alırız. Ordumuz ulaşıncaya kadar Haçlılann burada kalacaklarından eminim, çünkü iki casusumuz Handan ve Kenan içlerine sızmayı başardılar. Bize gönderdiğiniz yüz kantar barut, 80 kantar kurşun ve peksimetleri teslim aldık, teşekkür ederiz ama hiç ihtiyacımız yoktu, zira barut yapabiliyoruz" yazar.
Harp hile
Karapençe bir yolunu bulur düşman kuşatmasından sızar, haçlılar farkına varır amansız bir takip başlatırlar. Yiğidimiz sözüm ona sıkışır, nameyi atıp kaçar... Mektubu okuyan Haçlılar, Handan'la Kenan'ı kenara çekip sorarlar "Kalede barut yapan biri varmış öyle mi?"
-Evet, var!
-Peki, bunu neden sakladınız?
"Kem, küm... Önemli olduğunu bilmiyorduk da filan..."
Konuşturmazlar bile, derhal başlarını vururlar. Getirip kafalarını sur dibine atarlar. Kaledekiler zokanın yutulduğunu anlar, bir nebze olsun nefes alırlar.
Vaziyet Haçlılar açısından da parlak sayılmaz kaleye yaklaşamaz, yöreden ayrılamazlar. İki arada bir derede kalırlar. Ne Kanije'den geçerler, ne de Serdar ile vuruşmayı göze alırlar.
Bir yandan da "her biri en az Kanije kadar" 70 tabya yapar, yeni bir köprü kurup saldın başlatırlar. Tiryaki Hasan Paşa onları iyi tanır, eğer yüzlerini cepheden bir döndürebilse tamam. Artık bağlasan durmazlar. Bunun için sert vurmak gerekir, sert vurmalı ki umutları kınla...
"Bu zaten bizim işimiz. Artık her işini yapana rütbe veriliyorsa vay gelmiş başımıza. Vezirlik bizim gibi kocamışlara mı kaldı?.."
Tiryaki Hasan Paşa ele geçirdiği esirleri baklava börekle besler ve kaçmalarına göz yumar. Bu bolluk Haçlı tarafını bihuzur eder, duyduklarına inanamazlar. Hiç değilse bir adam yakalayıp konuşturmaya karar verir, elçi kılığına soktukları üç silahşoru kaleye yollarlar. Onların haberi dünden gelmiştir, adamlar henüz görünmüşlerdir ki top gürler, ikisi ölür, biri kaçar.
Haçlılar yıkılan duvarların nasıl bu kadar çabuk örülebildiğini de anlayamazlar. Aslında görünen ince bir plakadır ardına hasır, çaput, yastık, yorgan ne bulursa yaslar, sadece görüntü yaparlar.
Ve yine saldın başlar, gök renkli zırhlara bürünmüş kıtalar yürüyüşe geçer, tekneler yanaşırlar. Allah'ın yardımı işte tulumbaların ardına gizlenen balyemez toplan sadece iki kere gürler, iki tekne suya batar.
Düşman dört kez surlara tırmanmayı başardılarsa da tutunamaz. 7 saat çok zor geçer kaleyi inatla ve inançla savunurlar. Kanuni li yıllardan beri sayısız cenge girip çıkan ihtiyar bahadırlar "böyle cenk görmedik" dediklerine bakılırsa, yiğitlerimiz ölümüne direnir, takatle "son raddesine kadar" kullanırlar.
Düşman perişandır yeniden hücum edecek mecal, cesaret kalmaz. Mathios "geri çekilin" emri verince, Türkler kaleden fırlar, yakaladıklarını kırar, öyle ki kafa koparmaktan yorulurlar.O akşam Haçlılar bir harp meclisi toplar, kalede en az kendileri kadar asker olduğunda karar kılarlar.
Son gülen
Hele Tiryaki Hasan Paşa, Serdar-ı Ekrem’in yardıma geleceği haberini yayınca düşmanda moral namına bir şey kalmaz. Üstelik hava soğur, ıslanmış enik gibi titrer birbirlerine sokulurlar. Öyle bir ayaz çıkar ki Kerç suyu donar. Ömer Ağa komutasındaki 300 yiğit o gece buz üzerinden karşıya geçer, artlarından sıkıştırlar. Bu arada toplar selam atışı yapar, mehter vurmaya başlar. Haçlılar sadrazam geldi sanır, telaşa kapılırlar. Toplan, cephaneleri bırakıp, dağılırlar. Canını kurtaran kaptan!
Ferdinand neden sonra oyunu anlar! Kaybettiği mevzileri geri almak için dönünce Türkleri bıraktığı topların başında bulur. Bir anda ateş altında kalır, kelimenin tam manası ile duman olurlar. Süvariler kısmen kurtulursa da piyadeler kıpırdayamaz. Cesetler öbek öbek yığılır, kalanlar da kontrolden çıkar.
Tiryaki Hasan Paşa son darbeyi vurup ordugâhı ele geçirmeyi hesaplar. Ortalık duruluncaya kadar ganimet top-lamayı kesinlikle yasaklar. Velev ki yerde elmas görülse eğilip alınmaya!
Ertesi gün sabah namazlarını düşmanın ordugâhında kılar, Allahü Teâlâ’ya şükreder, mutluluktan ağlarlar.
Kaçan kaçana
Haçlılardan 47 top, 14000 tüfek, 50 otağ ve 10000 çadır kalır. Kralın gümüşten bir kafes içinde çok sanatlı bir tahtı vardır ki emsalsiz mücevherlerle donatılmıştır. Direklerdeki taşların her biri memleket haracı olarak sunulacak kırattadır. Hele 6 zralık yemek masası ve sırma saçaklı on iki koltuk parayla alınmaz.
Ecdat işini yarım bırakmaz, düşman toparlanıp dönemesin diye Ömer Ağa komutasında bir takip başlar. Beşer onar kişilik gruplarla uğraşmaz, teslim olana dokunmazlar. Ancak Povlit Geçidine sıkışan militan takımına hiç acınmaz. Kral Ferdinand 100 adamıyla sarp vadilere sapar, canını kurtarmaya bakar.
Tiryaki Hasan Paşa "gücümüz belliydi, Allahü Teâlâ bu zaferi Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve selem) yüzü suyu hürmetine nasip eyledi" der, "siz benim gibi yaşlı komutana tabi olup emrine uydunuz ya, bakın mükâfat da gecikmedi. Silah ve cephane haricinde ne varsa sizin olsun, varın güle güle harcayın!"
Yeşil sarıklılar
Hasılı 9 bin yiğit kendilerinden 9 misli fazla düşmanı imha eder, benzerine zor rastlanan bir zafere imza atarlar.
Olup biteni yakından izleyen ve gün be gün kaydeden Cafer Ayani Bey muvaffakiyetin sırrını "sabır sebat ve ulu'l-emre itaat" diye açıklar.
Manzara bu ise de konuşturulan esirler yeşil s arıklıı savaşçılardan bahs açar "Onları görünce içimiz ürperiyordu, zira bir kılıç darbesi ile 20-30 kişiyi yıkıyorlardı" diye anlatırlar (Faizi, Naima, Peçevi)
Bu kadarını Serdar bile beklemez, gelen habercilere "ne o yoksa Kanije düştü mü" diye sorar.
-Hayır, efendim düşmedi.
-Durumunuz çok mu fena?
-Hamd olsun iyiyiz, düşman yenildi.
-Peki, sizi muhasara eden ordu, o binlerce çadır, metrisler, ünlü Yajuş topları?
-Ordu dağıtıldı, zahire, hazine ve toplar teslim alındı. -Ya Hasan Paşa?
-Sıhhat ve afiyettedir, dualarınızı bekliyor.
Prens Mathias Hersek'i unutmayalım! Bu uyanık tilki bir çaputa sarılıp hendeğe yatar, bir gece ceset toplayan Mekomorya'lılara "beni de alın" diye fısıldar. Vilayetine varınca Hasan Paşaya bir mektup yazar. "Yedi kral ve onlarca boy beyine bağlı 87 bin askeri kırdın. Senden korkmayan divanedir, bu nasıl bir sihir, nasıl bir cazuluktur anlayamadım" diye sorar.
Ben kimim ki?
Hasan Paşa cevaben "siz kendi çaktığınız ağaçlara taptınız, Hak Teâlâ’ya karşı çıktınız ve gazab-i ilahiye uğradınız" der "evliyanın kerametini, enbiyanın mucizelerini görüyor ama câzuluk diyorsunuz. Ben kimim ki benden korkasınız! Vakit varken hakikate gelin ki ahirette pişman olmayasınız."
Serencamı öğrenen Padişah dahi (3. Mehmed Han) ziyade hoşnut kalır ona düstûr-i mükerrem, müşir-i mufahham, nizâmü'l-âlem diye başlayan bir hatt-ı hümayun yollar. Kendi has (ve muras¬sa) kılıcını, bir topuz ve iki kat hilatı yanına katar. Gaziler de unutulmaz, tam 73 gün ateşle su arasına sıkışan, canla başla vuruşan yiğitler "yüzünüz ak ola" duasına muhatap olurlar.
Bunlar güzel şeylerdir ancak ihtiyar asker, vezir yapılınca pek bozulur, "bu zaten bizim işimizdi" der, "artık her işini yapana rütbe veriliyorsa vay gelmiş başımıza! Yazık vezirlik bizim gibi kocamışlara mı kaldı? Hıristiyan donanmalarını bozan ve Sakız gibi bir adayı alan rahmetli Piyale Paşa'ya bile vezirlik bağışlanmamıştı. Kaldı ki Yavuz Sultan Selim'in damadıydı..."
Tiryaki Hasan Paşa yöreden ayrılmaz, Rumeli Umum Valisi olduğu yıllarda "tamiri bilad ve terfihi ibad" yolunda çalışır, medeniyet vadisinde de iz bırakmaya çabalar.
1611 yılında vefat eder, Nazlı Bu-din'de (Budapeşte'nin güney yakası) yatmaktadır.
Ahmet Sırrı Arvas