NÜFUS DEFTERLERİ ÜZERİNDE BİR DEĞERLENDİRME

Nüfus Defterleri Üzerinde Bir Değerlendirme
Özet:
Trabzon ve ilçelerinin tamamının nüfus defterleri okunup yayımlandığı için genel bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu değerlendirmede sülale adları üzerinden milliyet, yer adları ile sülale adlarının din ilişkisinin irdelenmesini yurt dışı kaynaklı çalışmalar yapıldığından, bunlara bir karşılık olacak bir çalışmayı gerekli görüyorum.
Konu:
Bilindiği gibi Osmanlı döneminde nüfus yazım işlemleri 1840 yılında Avrupa ve Amerika’ daki örnekleri dikkate alınarak başlanılmıştır. Yazım işleminin, gayrimüslimlerden vergi alınması, Müslimlerden de asker varlığının tespitinin amaçlandığını söylersek, basit bir gerekçe belirtmiş oluruz ki yazımdan sadece bu iki husus amaçlanmamıştır.
1830 da başlayan bu hazırlık 1834 te ilk nüfus yazımı gerçekleşmiştir. Trabzon nüfus defterlerinin ilkyazımı 1844 ve 1845 Yıllarında bitirilmiştir. İlk olarak Gayrimüslim Nüfus sayımı yapılmıştır. Ardında da Müslim nüfus defterlerinin yazımı yapılmıştır. Bu yazımda, gösterilen titizlik ve verilen öneme rağmen hatalar meydana gelmiş ve dönemin padişahının tenkidi sonucu daha sonra yapılan ara sayımlarda bu hatalar giderilmiştir. Her 10 yıl da bir sayım yapılması gerekirken, (özellikle Gayrimüslim sayımı) hemen her yıl sayım yapılarak nüfus yoklamaları yapılarak yoklama defterleri ortaya çıkarılmıştır.
Trabzon nüfus defterlerinin genel olarak incelenmesinden aşağıdaki sonuçları çıkarabiliriz.
Nüfus sayım ve yazım ekibinde köy imamı (ya da papazı), muhtarı ve azalardan meydana gelen 4 – 5 kişi vardır. İlk sırada yazılan aile de İmam ya da papaz, bunlar yok ise muhtar aileleri (bazı ayrıcalıkları var) olmuştur. 1834 ya da 1844 ve aralarda yapılan nüfus yazımlarının önemli bir özelliği, sadece erkek nüfusun yazılmış olmasıdır. Bunun sebepleri arasındaki (başka özellikler varsa da) en belirgin özellik, devletin vergi ve asker potansiyelinin tespitidir.
Yazımda boy, yüz şekli ve varsa sülale adının yazılması ile yazılan şahıs tanınır olmasına çalışılmıştır. Burada dikkat çeken bir husus, varlıklı ailelerin çocukları “-zade” unvanı ile diğerleri ise “-veled-i” unvanları ile yazılmıştır. Sülale adlarının yazılması önemli olması gerekirken az da olsa yazım ekibinin göz ardı etmesi sonucu sülale adları yazılmamıştır. Sülale adlarının yazımı günümüze gelen ailelerin soyağacı hazırlamasına kaynak oluşturması bakımından önemlidir.
Bir farklı özellik, kişilerin “yek çeşm” tek gözlü, “topal”, “alil” sakat olması yanında ceza almış ya da suç işlemiş ise “mücrim” suçlu olarak yazılmış olmasıdır. Yani sağlık ve adli durum da dikkate alınmıştır. Çocuklar “sagır”, genç erkekler bıyığı yeni çıkmış anlamında “car-ebru”, sakalı ve bıyığı çıkmamış olanlar için ise “şabb-ı emred”, bazan da “ter bıyıklı”, yetişkin erkekler için “Tüvana”, yaşlılar iş göremez anlamında “amalman da” ya da “musinn”, evlatlık anlamında “harendo”, bir ayağı sakat olanlar için “yek pa” yazılıdır.
Ayrıca askere gidenler ya da gelenler, gurbete giden ya da gelenler, göç edip gidenler ya da göç edip gelenler de dip not olarak yazılmıştır. İki hanede ise “gafilane yazılmış” yazısı vardır. Bu da defterlerin daha sonra denetlendiğini gösteriyor.
Gayrimüslim defterlerinde, farklı olarak ailelerin ekonomik durumları da “âlâ, evsat, edna” olarak yazılmıştır. Böylece vergi oranları da yüksek, orta ve düşük olarak tespit edilmiş olundu. Bir başka ayrıcalık ta mesleklerinin yazımı olmuştur ki bize ticaret ve sanat hayatımızın Gayrimüslimlerin elinde olduğunu göstermiştir.
Müslüman Türkler, asker ya da çiftçi olmak zorunda kaldıklarından buna gerek görülmemiştir. 1845 Nüfus yazımında bazı mesleklerde “kalaycı, yorgancı, kömürcü, vb. gibi Gayrimüslim vatandaşların daha az tercih ettiği mesleklerde bazı Müslim ailelerin var olduğunu görmekteyiz.
1845 Yılı Gayrimüslim nüfus defterlerini yazan heyetlerden bazıları diğerlerinden farklı olarak kişilerin yaşlarının yanında doğum tarihlerini de Rumi tarihlerle yazmışlardır. Gayrimüslim defterlerinin daha düzgün ve az hata ile yazılmış olmasından, aldıkları eğitimin kapasitesini ve kalitesini görmek mümkündür. Tespit ettiğimiz kadarıyla kiliseler aynı zaman da okul görevi de görmekteydi. Papazlar öğretmenlik yapmaktaydı. Daha sonraki yıllarda manastırların öncülüğünde okullar açılmış ve öğretmenlerin maaşını da kiliseler vermişlerdir.
Nüfus defterlerindeki sülale adlarının; yer adlarından, kişilerin mesleklerinden, baba ya da atalarının adlarından, herhangi bir olaydan, kutsal sayılan kişilerin (özellikle Gayrimüslimler) adlarından aldıklarını göstermektedir.
Sülale adlarından ya da yerleşim yerlerinden günümüzdeki sülalelerin dini veya milliyetlerini tespit etmek mümkün müdür? Bu soruya tek ve kesin bir cevap vermek zordur. Çünkü bazı yer adları ve mesleklerden kaynaklanan sülale adları, hem Müslim hem de Gayrimüslim ailelerde vardır. Baba, büyük atalarından ya da kutsal sayılan kişilerle bazı olaylardan kaynaklanmış sülale adlarından ise milliyet ve din ayrımı yapmak mümkündür. Bu arada çok ilginç sülale adları da vardır.
Böyle bir ayrıma gerek var mıdır? Diye bir soru aklımıza gelirse, söylenecek söz şudur. “Kişi, kendini ne hissediyor ise odur”. Bu soru neden aklımıza gelir? Çünkü Rum dediğimiz vatandaşları-mızın bu ve daha benzer konularda söylem ve yazdıkları vardır.
Ayrıca şunu belirtmeliyiz ki, Türkler meslek öğrenecekleri, eğitilecekleri çağlarında Kuzey Afrika, Yemen, Arabistan (hiç istenmediğimiz ve yüz binlerce ölü verdiğimiz) gibi yerlerde 8 – 12 Yıl askerlik yapmak zorunda bırakılmış iken Tanzimat (özellikle de) Islahat Fermanı sonrasında kiliselerin gayretleri sonucu Rum vatandaşlar, eğitim gördü, sanat öğrendi, ticarete atıldı ve zenginleştiler. Amerikan kolejlerinin yıkıcı faaliyetleri ise başlı başına Osmanlının sonunu hazırlamıştır. Doktor, mühendis kadrolarının tamamına yakını Rum ve Ermenilerin elindeydi. Bir Müslüman Türkün banka sahibi olması ise hiç mümkün değildi.
1834 Yılında Müslüman olarak yazılan bazı kişilerin 1856 dan sonra Hristiyanlığa dönmek istemeleri fakat çok azına izin verilmesi yukardaki soruya verilecek cevabı zorunlu kılıyorsa da imkansız da kılıyor. Gerçekte az da olsa bazı Türk vatandaşların askerlik değil de Yemen, Arap ya da Afrika çöllerinde (gereksiz) askerliği sırasında ölmemek için Hristiyanlığı seçmek istediği de tespit edilmiştir.
Ancak, sülale adlarından milliyet tespiti konusundaki merakım sonucunda şunu buldum. Rum adı “Roma’ya bağlı, Roma tabiiyetinde olmak” olmakla yer adından kaynaklanır. Çünkü Fars ve Arap yazar ve seyyahlar, Anadolu’ya “diyar-ı Rum” demişlerdir. Rum adı, “Yunan asıllı” anlamında değildir. Anadolu ise 4000 – 5000 yıldan bu yana birçok milletin (bala üşüşen sinekler gibi) Anadolu’ya göç etmesi sonucu birçok milliyete ev sahipliği yapmıştır. Onun için Rumlar, Yunanlı olmadıklarını Pontoslu olduklarını söyler. Ne var ki Pontos’u kuranlar, Perslerin Anadolu valileri olan Prensleriydi.
Daha sonra Kafkaslardan ve Orta Asya’dan gelen Kuman-Kıpçaklar, Hazarlar, Çerkez ve diğer halklar vardır. İşte bu sebeple sülale adlarını incelerken Kuman-Kıpçak, Hazar ve diğer Türk aşiret ve sülalelerinin varlığını görmekteyiz. Moğol, Tatar, Çerkez, Boşnak, Bulgar gibi birçok milliyete ait sülale adını bu defterlerde görmek mümkündür.
Milliyet konusunu önemseyip, “bizdendir” gibi bir yargıyı ortaya koyanların başında Rumlar (Osmanlı vatandaşları) gelmektedir. Bunların bazıları Türklere öfkelerinden, bazıları da art niyetli olduklarından bu konuyu gündem de tutmaktadır. Kabul ederiz ki mübadele ile gidenler, dini bir seçim sonucu ve istemeyerek gitmişlerdir. Hatta bu konuda Atatürk’ü suçlamaktadırlar ki haksızdırlar. Çünkü bu konuyu İngiltere, ABD ve Venizelos 1922 yılında düşünüp, Dr. Nansen’e bir çalışma yaptırmışlardır.
İngiltere, nüfus olarak Anadolu’da 500.000, İstanbul’da da 300.000 Rum varlığını tespit etmiştir. Anadolu’dan 500.000 Rum’un Yunanistan’a gitmesi oradan da 400.000 Müslüman Türk’ün Anadolu’ya gelmesi sonucu Yunanistan nüfus ve ekonomik zenginlik kazanacaktı. Ama öyle olmadı ve yaklaşık 190.000 kişi mübadil olarak Yunanistan’a göç etmiştir. Çünkü Ruslar ve Fransızlar çekilirken bir kısım Rumlar, onlarla gitmiştir. Santa örneğinde olduğu gibi genç ve sanatkâr erkeklerin tamamı Batum, Tiflis, Soçi, Kırım gibi yerlere daha sonra geri gelmek üzere göç ettiler. Bunlar, daha önceleri oralara gurbete gidiyordu. Bunu Trabzon limanında çekilmiş bir fotoğrafta görmekteyiz.
Rumların tamamının Yunanistan’a gitmemesinin bir sebebi de Yunanistan’ın ekonomik duru-mudur. Grek asıllı olmayan Rumlar, Ticaretçi ve sanatkâr oldukları için dünyanın her tarafına yayıl-dılar. 1916 Yılında yazılmış bir kitapçıkta Rumların Güney Afrika, Güney Amerika dâhil, dünyanın her tarafına yayıldıklarını yazılıdır. İstanbul’a yerleşen Rumların sayısı da hiçbir zaman bilinemedi. 1955 Yılı olayları da bu sebepten ve kim tarafından tezgâhlandığı da bilinememektedir. Olayı yaşayanlardan dinlediklerimden de olayı onlar da bilmiyorlardı.
Konu ile ilgili en güzel açıklamayı Dr. Akillas Millas (Akila Milas) yapmıştır. Onun araştırmalarına göre “Anadolu Rumları, Yunanistan’ı, 1924 te 1955 te ve 1970–80 arasında toplam üç defa finanse etmiştir”
Konu ile ilgili olarak, Dr. Akila Bey’e; “Doktorum, bu konu ile ilgili genetik araştırma yapılabilir” dedim. Akila Bey de “O, yapıldı” dedi. “Sonuç, Güney İtalya’ya kadar hep aynı çıktı”. Yani genellikle Türk’türler.
Konu neden irdelenmektedir. Anadolu’dan göç eden Rum vatandaşları çok sayıda derneği, çalışmalarında 300.000 in üzerindeki bir nüfusun Yunanistan’a göç etmediğini, bunların öldürülmüş olmalarını düşündüklerinden kaynaklanmaktadır. Oysa bunlar, Santa örneğinde olduğu gibi çok sayıda Rum’un İstanbul’a, Fransa, Rusya ve Amerika’da ki şehirlere gittiklerini araştırmamıştırlardır.
Sonuç
Yayımladığım ve yayıma hazırladığım Maçka, Santa, Kurum, Tonya, Yomra, Vakf-ı Sagir köyleri ve okuduğum Of nüfus defterlerindeki sülale adlarının çoğunluğunun Türk, Fars, Kafkas ve Balkan kökenli olduklarını, dinlerini ise dini kurumların, ataları ya da istekleri ile seçtiklerini ve durumun halen de devam etmekte olduğunu söyleyebilirim.
Günümüzde Çaykara ve Tonya’nın bazı köylerindeki bir kısım halkın konuştukları ve Rumca olarak adlandırdıkları ağız yereldir ve Rumca değildir. Bu tespit Büyük Ada’da Rumca eğitimi almış olan Akila Milas’a aittir. Ayrıca, her iki çevrede bu ağızın farklı konuşulması da dil olmadığını gösterir. Bir başka farklılık, Maçka’dan 1924 te göç etmiş bir Rum vatandaşın 1930 da yayımlamış olduğu hatıratının sonundaki 68 sayfalık Rumca sözlükteki kelimeler, günümüzde Rumca konuşanlar tarafından hiç anlaşılmamıştır. Rumca bir dil olsaydı, birbirlerine çok yakın üç çevredeki kelimelerin anlaşılamaması mümkün olur muydu?
Bir önemli hususta; kendilerinin Rum asıllı olduğunu söyleyen bazı kişilerin sözü latife olarak anlaşılabilir. Rum diye bir milliyet olmamıştır. Rumlar, Yunanlı (Grek) asıllı da değildir. Rum sözcüğü “Ortodoks Anadolu halkı” için söylendiğinden, hem Müslüman hem de Rum olunamaz. Bu söyleme dikkat edilmelidir. Karşı çıkanlar için son not, genetik araştırmanızı yaptırabilirsiniz
Andan DURMUŞ,
31.OCAK 2021