LALELER

LALELER

LALELER

LALELER

İşte göründü ufukta bir karartı. Nuri Paşanın ordusu bu. O dalgalanan kızıllık Türk bayrağı. O gelen atlılar soydaşlarımız, gardaşlarımız, Mehmetçiklerimiz.

Koşu hızlanıyor birden, tam yüz yıl süren bir koşunun bitişi olacak bu... Tam yüz yıl süren bir ayrılık hasretinin bitişinedir bu sevincimiz. Tam yüz yıl sonra ilk defa görecekler o bayrağı, ilk defa yüz sürecekler ona.

İşte ulaştı Nuri Paşa ordusuna Gence halkı. Kucaklaşanlar, sarılanlar, sarışanlar... Türk atlıların ayaklarında gelen toprağı avuçlayıp öpenler. Vatan toprağı bu!... Özge vatanın, öz vatanın, ana vatanın toprağı!...

Nuri Paşa en önde. Geniş omuzlar üstünde dimdik, gururlu bir baş duruyor. Bir eliyle tutmuş dizgini, diğer eliyle selamlıyor Azerileri. Bu yiğit kumandana sevgiler, coşkular, saygılar sonsuz. Gence çayının çayırına geliyor Nuri Paşa. Askerlerini dinlendirmek için çayırlığa konaklattırıyor.

Gence düzlüğünün çemeni zümrüt yeşili. Sarı kar çiçekleri, beyaz papatyalar, bin bir renk cümbüşü yapan bahar çiçekleri ile kaplı çemeni. Gün tam tepemize gelmiş. Hava berrak; tut ki bir billur, dokunsan kırılacak gibi. Gökçe seyrek pamuk yığınları ak beyaz. Daha az önce dindi yağmur. Çemenlerde su ışıltıları, çiçekli ağaçların yapraklarında su ışıltıları, Mehmetçiğin kara perçeminde su ışıltıları...

Çadırlar kuruluyor hemen çayırlar üstüne. Çadırların önüne Ay-yıldızlı bayraklar dikiliyor. Ve bir rüzgâr çıkıyor hafiften. İp ılık, yumuşacık, ipek gibi... Karacaoğlana sevgilisinin kokusunu getiren seher yelinden de ıpılık. Püfür püfür esiyor. Ay-yıldızlar ıslanmış bahar yağmurunda. Uçlarından sular sızıyor siyim siyim. Yel hızını artırıyor sonra. Kımıldağında, sonra açılıyorlar nazlıca. Açılıp dalgalanmaya başlıyorlar coşkuyla. Maviden beyaza, beyazdan sarıya, sarıdan kırmızıya dek pırıl pırıl renklerle beneklenmiş zümrüt yeşili çemenler bağrında yüzlerce kırmızı Türk bayrağı bir anlatılmaz coşkuyla, sevgiyle, neşeyle dalgalanıyorlar. Onun her bir ipliği, gibi Azeri Türkünün gönülünün teli de kımıldıyor, coşuyor, dalgalanıyor... Bunlar Azerbaycan’ın en dar gününde soydaşlarının yardımına koşan «Laleler» dir.

Yeşil çemende, yüz yıldır hasret kaldığı ‘Laleler’ini görür de dalgalanmaz mı ozanın gönlü, alıp eline sazını da coşmaz mı? Vurup sazının tellerine de dökmez mi içindeki özlemi? Bu sevinci, bu hasreti, bu neşeyi bir şiirin mısraları, bir ezginin nağmeleri arasına bırakmaz mı?

Yazın evvelinde, Gence düzünde,

 Cıhıflar gene de dize Laleler'        

  Yağıştan ıslanan yarpahlarını,       

  Şerifler çeneme, düze Laleler!          

  Güz gelir ellere durnalar göçer,    

  Şimdi hayalimden gör neler geçer.

 Bulahlar semaver, ağ daşlar şeke,

 Benzeyir çemende köze Lâleler!”

Ozan vurdu sazının tellerine, döktü içindeki sevinci ezginin nağmeleri arasına... Esdi bahar yelı, esti ıpılık, esti yumuşacık... Ve kurundu «Laleler». Kurundu da arttı daha bir kırmızılığı, arttı daha bir parlaklığı. Arttı da yükseldi sonra semaya, yükseldi çelik bileklerin elleri üstünde. Çelik pençeli Kafkas kartalları aldı onu kanatlarına da yükseltti sema içre, gök üzre. Tek yumruk, tek yürek, tek beden olduk Mehmetçikle. Yalnız Gence düzlüğümüzde değil, gönülümüzde de yüzlerce lale açtı, çiçek açtı, gül açtı...

Önce gözü dönmüş Ermeni çetecilerini temizledik. Sonra yürüdük Bakü üstüne. Bakü özünde özge yeri olan nazlı bir gelin gibi açmıştı kollarını bana. Ben de açtım kollarımı onunla sarışmak, ona sarılmak için. Moskof, İran'daki İngiliz kuvvetlerini de Bakü’ye getirerek direnişe geçti. And etmiştik bir kez Bakü’yü almaya. Birbirimize uzattığımız kollar yanardı bir kavuşma ateşi içinde. Önümüzde Lalelerimiz dalgalanıyordu. Bize azim verdi, güç verdi ümit verdi.

Yürüdük Bakü üstüne. Varımızla, yoğumuzla, çoluğumuz çocuğumuzla, gencimiz, ihtiyarımızla «Allah Allah» deyip yürüdük. 1918'in 30 Ağustos günüydü. Ağustosun en sıcak bir günü idi yürüdüğümüz gün. Ondan daha sıcak bir his içimizde yanardı kor kor!. Bu ateşle yakmak için Moskof’u, almak için o canım Bakûmuza yürüdük. Moskof’un üstüne üstüne. Hey birrre babam hey!... Neydi o

kükreyişimiz?. Neydi arşı tutan o gür sesimiz?. Gel gayrı bire Moskof, gel?., dedik. Omuz omuzaydık Mehmetçikle, sırt sırtaydık. Aynı ülkü için adanmıştı canlarımız. Ülküleri bir olanların önünde ne durabilirdi ki?.

Bire erenler!... Eremedik ceng isteğimize. Baktı ki Moskof, baş edilmez bizimle, baktı ki içimizdeki iman, içimizdeki azim, içimizdeki kin yakıp kül edecek onu, kapalı bir binek otomobiline Bakü’nün teslim bayrağını koyup getirdi bize.

Alper AKSOY